Türkiye son üç yılda iki büyük felaket yaşadı. Bi­rincisi, doğanın yı­kıcı gücüyle yüz­leştiğimiz 6 Şubat 2023 depremleri… İkincisi ise kendi el­lerimizle inşa ettiği­miz, adı konmamış bir ekonomik fela­ket: Kur Korumalı Mevduat (KKM).

Sadece 2023’de TCMB’nin açıkladığı zarar, neredeyse depremin bütçeye getirdiği mali yükün dörtte birine denk geliyor. Yani doğa felaketi ka­dar ağır bir “politika felaketi” yaşadık. Ama TCMB’nin açık­ladığı yıllık zarar buzdağının görünen kısmıydı; KKM’nin asıl faturası, yanlış faiz poli­tikaları ile ekonomideki kay­nak dağılımını saptıran, sana­yi üretimini körelten, finansal sermayeye sıfır riskle fahiş kar elde ettiren yapısal tahribat­ta gizlidir. Dolayısıyla 2023’te Merkez Bankası’nın 818 mil­yar TL’lik zararının sadece bir muhasebe kaydı olduğunu, çok daha büyük bir maliyetin yük­sek enflasyonda ve “faiz sebep, enflasyon sonuç” anlayışı so­nucu oluşan yanlış kaynak da­ğılımında olduğunu söylemek gerekir. Yanlış kaynak dağılı­mıyla neyi kastediyoruz? Enf­lasyonun altında kalan faizler­le krediye erişebilenlerin dövi­ze, altına ve mala yönelmesini, “kötü para iyi parayı kovar” ya­sasına göre hareket etmesini kastediyoruz.

KKM’nin maliyeti demişken düşük faiz ısrarıyla patlayan enflasyonun ardından izlenen sert istikrar programının ya­rattığı toplumsal tahribatı ve beraberinde gelen yüksek faiz­lerin sanayi üretimini nasıl ve bir kez daha durma noktasına getirdiğini de eklemek gerekir.

Bütün bu olan bitenin acı­masız bir servet transferi me­kanizmasından farkı yok şüp­hesiz. Kur farkı ödemeleri Hazine’den ve TCMB’den kar­şılanırken kaynak doğrudan toplumun vergilerinden ya da yapılması gereken kamu har­camalarının kesilmesinden geldi. Yani anlayacağınız fi­nansal sermaye iki kez kazan­dı: önce KKM aracılığıyla, son­ra da enflasyonla mücadele için yükseltilen faizlerle. Biz­ler de birbirini izleyen iki fark­lı politika döneminde kazana­nın ve kaybedenin değişmedi­ğini tecrübe ederek gördük.

Döviz açık pozisyonu ve rezerv makyajı

Tabii bir de işin döviz açık pozisyonu, beraberinde olu­şan kırılganlık ve o kırılganlı­ğı onarmak için TCMB rezerv­lerinin yüksek maliyetlerle biriktirilmesi durumu var. Ha­tırlayacağınız gibi KKM önce­sinde “arka kapı” döviz satışla­rıyla rezervler eritildi. Eriyen rezervler swap operasyonla­rıyla makyajlandı. Çin, Katar, Kore gibi ülkelerden sağlanan swap anlaşmaları, bilanço üze­rinde döviz varmış gibi göster­meye yaradı. Türkiye ekono­misi böylece kur şoklarına kar­şı daha savunmasız hale geldi. KKM bu yönüyle yalnızca bir maliyet kalemi değil, aynı za­manda bir kırılganlık üretim makinesiydi.

Bu kırılganlık nasıl azaltılır­dı? Tabii ki yüksek faizle. Peki yüksek faize rağmen ülkeye gü­venmeyen yabancı yatırımcıya ve parasını dışarı park etmiş yerli yatırımcıya hangi güven­ce verildi? Tabii ki sabit kur… Bildiğiniz gibi bir süredir yük­sek faizler ve kur güvencesiy­le “carry trade” üzerinden kısa vadeli sermaye girişi yaşanı­yor. Ancak bu girişler, risk pri­mi yükseldiğinde hızla çıkabi­lecek kırılgan bir kaynaktan ibaret. 2001 sonrası dönemde olduğu gibi, yüksek faize rağ­men uzun vadeli TL tahville­rine güven olmadığı için kalıcı bir istikrar sağlanamıyor. Yani yüksek faiz kadar güven tesis etmeyen politikalar da yatırım iklimi için büyük bir problem yaratıyor. Bu yüzden de yatı­rımcılar hâlâ kısa vadeli fon­lara, dövize ve altına yöneliyor. Bir başka KKM deneyimine hazırlıksız yakalanmak iste­miyorlar.

KOBİ’lerin kısır döngüsü

Yüksek faiz ortamının en ağır yükünü şüphesiz KOBİ’ler çekiyor. Kredi maliyetleri kat­landı, yatırımlar ertelendi. Gi­rişimciler risksiz faiz gelirini, üretim riskine tercih eder ha­le geldi. Hatta daha önce üre­tim kapasitesini arttırmak için yatırım yapıp zarar edenler, bir daha aynı “hatayı” yapmamak için küçülmeyi tercih etti. So­nuç olarak bu kısır döngü, yal­nızca bugünü değil geleceği de ipotek altına aldı. Çünkü üre­timden kopan bir ekonomi is­tihdam yaratamaz, istihdam yaratamayan bir ekonomi de toplumda zaten pamuk ipliği­ne bağlı olan sosyal barışı ko­ruyamaz.

Ahlaki çöküntü

KKM sadece ekonomik de­ğil, aynı zamanda yüksek enf­lasyon ve kolay yoldan para ka­zanmayı meşru hale getirdiği için ahlaki bir çöküntü de ya­rattı. Çalışarak refaha ulaşma inancı zedelendi. İnsanlar ar­tık emekle değil finansal rant­la kazanmanın daha akıllıca ol­duğuna inanmaya başladı. Bu zihniyet toplumun çalışma ve üretime verdiği değeri aşındı­rıp genç kuşaklarda “çalışarak başaramam” duygusunu güç­lendirdi.

Sonuç: Bir cehalet felaketinden çıkış

23 Ağustos 2025’te KKM resmen sona erdi. Benim için bu kapanış sadece teknik bir düzenleme değil, aynı za­manda bir itiraf. Bugün Tür­kiye ekonomisi yanlış bir mo­delin enkazından yeniden in­şa edilmek zorunda. Yapılması gereken nettir: üretimi ve is­tihdamı teşvik eden, şeffaf­lığı ve öngörülebilirliği esas alan, toplumun adalet duygu­sunu onaran bir ekonomi po­litikası. Yapılabilir mi? Hata­lardan ders çıkarılırsa elbette yapılabilir. Biliyoruz ki fela­ketlerden çıkarılacak ders, fe­laketin kendisinden çok daha değerlidir.

Kaynak için buraya tıklayın: Source link

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here